ÇOKLU KİŞİLİK BOZUKLUĞU: SYBIL KİTABI

Sybil, 16 farklı kişiliğe sahip, çoklu kişilik bozukluğu hastası bir kadın. Gerçek adı Shirley Ardell Mason. Doktoru da psikanaliz eğitimi almış olan bir psikiyatr, Dr. Cornelia B. Wilbur. Kitabın yazarı ise hem Dr. Wilbur’un arkadaşı hem de sonradan Sybil’la da uzun yıllar süren yakın bir arkadaşlık kurmuş olan bir yazar. Bu kişiler 1900’lerin ilk yarısında gerçekten tarihte yaşamış isimler. Yani kitap, kurgu olmaktan uzak, gerçek bir olayı anlattığı iddiasını taşıyor. Fakat bu bir yandan şaibeli bir hikaye. Bazı kaynaklarda hikayenin kurgusal bir tarafının da olduğunu okudum. Şimdilik bunun yerine hastalığın seyri ve tedavi biçiminden bahsedelim.

Sybil’ın kişiliklerinden her biri hayatının farklı dönemlerinde ortaya çıkmış. Sybil, baş edemediği bir zorlukla karşılaştığında içsel bir bölünmeye uğramış ve bundan sonra karşılaştığı her problemde, problemin yapısına göre yerini farklı bir kişiliğe vermiş. Genel olarak bir şey hissetmediğini, duygularını yaşayamadığını söyleyen Sybil, örneğin öfkelendiğinde yerini Peggy’e bırakmış. Canlı, neşeli ve arkadaş canlısı olması gerektiğinde Vicky onun yerine geçmiş, vs. Fakat başlangıçta Sybil bölünme yaşadığının farkında değildi. Çocukluğundan beri süregelen bir “boşluk” durumu vardı, bazen aylarca bazen yıllarca süren boşluklar. Bu boşluklar, farklı kişiliğe geçtiğinde ne yaptığını hatırlamamasından ileri geliyor. Bazen kendini başka bir şehirde bir otel odasında buluyor, bazen dolabında daha önce hiç görmediği kıyafetler buluyor, daha önce hiç görmediği insanlar hiç hatırlamadığı şeyleri yaptığını iddia ediyor.

Hastalığın kökeni, psikanalistine göre, şizofrenik ve işkenceci bir anne ile tutucu dindar bir çevre. Böyle bir ortamda Sybil, kaçacak ya da yardım alacak herhangi bir destek bulamamış, içine sinerek çaresizliğini “öğrenmiş”.

Doktor tedavi için psikoterapi yöntemini kullandı. Uyguladığı tekniklerden birisi de hipnozdu. Diğer kişilikler Sybil’dan çok daha genç oldukları için bütünleşmeye engel oluyorlardı. Doktor da ilk önce diğer kişiliklerin yaşlarını büyütmeyi hedefledi ve bunu hipnoz ile yaptı. Yani teknik olarak psikoterapi sürecinde kişiye trans halindeyken verilen telkinler kullanıldı.

Bir yerde hipnozun astrolojiyle ilişkili bir teknik olduğunu okumuştum. Tıpkı yıldızlar arasında var olan manyetizma gibi, hipnozla da bir insanın manyetik alanına girebiliyorsunuz. Freud da önceden bu tekniği kullanıyormuş fakat her hastasında sonuç vermediğini fark ederek serbest çağrışım ve transferans (aktarım) tekniklerini geliştirmiş. Hipnoz yaygın modası olan bir teknik olmamakla birlikte günümüzde bazı psikoterapistler tarafından kullanılıyor. Vakanın gidişatında kolaylaştırıcı bir unsur olacağı düşünülürse tedavi planına eklemlenebiliyor.

Bunun haricinde,  vakanın şaibesinden bahsetmek istiyorum. Sybil, Dr. Wilbur ve yazar arkadaşları Flora’nın ölümlerinden sonra ortaya atılmış çarpıcı bir iddia var: Sybil’ın aslında çok kişilikli bir hasta olmak yerine, çok kişilikli olduğuna inandırılan bir hasta olması. Bu iddia, Dr. Wilbur’un seyahatlerinde Sybil’ı gören psikanalist arkadaşı Herbert Spiegel tarafından ortaya atılmış. Daha sonra vakayla ilgilenen diğer psikiyatrlar da araştırma sürecine katılmış ve iddiaya göre Sybil, başka birkaç diğer sağlık problemleri dışında sadece histeri hastası bir insan. Yani, kaynağı fiziksel değil de psikolojik olan birtakım fiziksel semptomlar/bozukluklar gösteriyor. Fakat Doktor Wilbur, profesyonel itibar ve maddi kazanç elde etmek için Sybil’ın vakasını abartmış ve söylenene göre hastasını olmayan bir hastalığa inandırmıştır. Öte yandan, Sybil’ın ihtiyaç duyduğu desteği Doktor Wilbur’dan alabilmek için kendi vakasını abarttığına dair iddialar da var. Örneğin, kendini nasıl geldiğini bilmediği bir şekilde Philadelphia’da bir otel odasında bulduğu konusunda (ve başka diğer konularda) yalan söylediği de iddialar arasında mevcut.

Bunlar işin dedikodu kısmı. Bunların doğruluğu ya da yanlışlığı bizim konumuz değil elbette. Fakat bizim konumuz olan şey, aslında beni bu şaibeleri araştırmaya yönelten şeyle aynı: Çoklu Kişilik Bozukluğu. Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu olarak da bilinen bu durum ilk bakıldığında inanması çok güç bir olgu gibi görünüyor. Ancak küçük ya da büyük bu durumu hepimiz yaşayabiliyoruz. Zaman zaman andan koptuğumuz, “Ben bu odaya ne zaman geldim?”, “Elime çatalı ne zaman aldım?” gibi kopuşlar yaşayabiliyoruz. Bunlar bir dereceye kadar normaldir. Trans halinde bilinçdışına dokunulduğunda ise, o kopuşların kaynağındaki anılara ulaşılmak mümkün olabiliyor. Bu, uzman ve deneyimli bir psikoterapist eşliğinde yapılabilecek bir tedavi.

Öte yandan anılar, kesinliği ancak belli bir noktaya kadar olan şeylerdir. Zira zaman içerisindeki değişimlere ya da farklı farklı anlamlandırmalara oldukça açık nesnelerdir. Yaş ilerledikçe, çocukken bize mutluluk veren anılarımızda bizi rahatsız eden ögeler bulabiliriz ve artık onlar kötü anılara dönüşebilir. Ya da bize rahatsızlık veren anılarımız da içindeki ögelere yüklediğimiz anlamlar dolayısıyla artık rahatsızlık vermez bir hale gelebilirler. Dolayısıyla terapi dinamik bir süreçtir. Geri dönülmez bir iyileşmeden, başı sonu belli olan bir tedaviden bahsetmek oldukça güçtür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir