“Terapiye kim gider?”, “Gayet sağlıklıyım, neden psikoloğa gideyim?”, “Ben deli miyim?” gibi soruları kendimize sormuş veya sosyal ortamlarda çokça konuşmuş olabiliriz. Bunlar gerçekten de makul sorular. Kim, neden ve hangi noktada ruhsal destek alır? Ya da buna ihtiyaç duyar? Bu yazıda psikoterapinin ne olduğu ve nasıl olduğu üzerine kısa bir tartışma yapacağım.
Öncelikli olarak “psikolojik hasta” olarak nitelediğimiz insanların “normal” olan bizlerden pek de farklı olmadığını söylemekle başlayabilirim. Bu şu demek: İnsanların doğumundan ölümüne kadar olan sürede ihtiyaçlarımız, duygularımız, arzu ve isteklerimiz, vb. aynıdır. Bir şizofren de, “normal” bir insan da, bir peygamber de, bir fahişe de, küçük çocuklar da, yaşlı insanlar da aynı ihtiyaçlara, duygulara, arzu ve isteklere sahiptir. Bunları birbirinden ayıran şey ise ne kadar ve nasıl sahip olduğumuzdur. Örneğin, güçlü olmak arzusu hepimizde vardır. Fakat bu arzunun hayatın bütün alanlarını dolduruyor olması, bunun için başkalarını ezmek ya da aşağılamak gibi davranışlar kişiden kişiye değişir. Bunlar da bireysel hikayelerimizle ilgilidir. Şimdi bu anlatıyı biraz daha geriden başlatmak istiyorum.
Yüzyıllar evvel yazı icat edildi, ondan yüzyıllar sonra matbaa icat edildi ve biz insanlık olarak sözel kültürden yazılı kültüre geçiş yaptık. Bu durum kutsal kitapların, mitolojik ve dinsel hikayelerin, anlatıların, masalların, vs. sosyal ilişkilerden çıkıp kağıtlara, mürekkeplere, bugün de ekranlara sıkışmasına sebep oldu. Peki bunun terapiyle alakası ne? Mitler, anlatılar ve masallar bir kültürü ayakta tutan elementlerdir. İnsanlar sırtını bunlara dayandırır. Bu hem bir güç unsurudur hem de kolektif bir yaşam alanı oluşturur. Bugün ise bunların hiçbiri yok. Artık modern dönemde anlatılara, mitlere, sözel kültürdeki geleneklere değer vermiyoruz. Bizim sosyal ilişkilerimizde bir yeri yok. Böylece güç aldığımız, destek aldığımız bir kültür de yok. Sosyal bilimlerdeki bir teoriye göre psikoloji ve psikoterapiler tam bu noktada yükselmeye başlıyor: Anlatı ihtiyacı. Her icadın bir ihtiyacı gidermeye yönelik çıktığını varsayarsak psikoterapi de böyle bir ihtiyacı karşılıyor. Hikayemizi anlatacağımız, sağaltım yapacağımız, duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı oluşturacak ve en temelde de kim olduğumuzu bileceğimiz bir alana ihtiyacımız var. Psikoterapinin, bana göre de, temel işlevi budur.
İlişkilerimizde yaşadığımız problemler, geçmişe tıktığımız yaşantılar, öfke nöbetlerimiz, fobilerimiz, korkularımız, takıntılarımız, kabuslarımız, vs. kim olageldiğimiz ile ilgili. Bunları keşfetmek, bozuklukları gidermek, daha işlevsel bir hale gelmek, dahası, sevme ve çalışma kapasitesini arttırmak psikoterapinin temel hedefleridir. Bunları dert edinen, keşfetmek isteyen, çözmek isteyen herkes de terapiye gider.